21 Ekim 2010

İşte eğitim budur :)

Selam, arkadaşımdan gelen gülümseleten bir e-maili paylaşmak istedim.. :)


DOKUZ ADIMDA PAZARLAMA

Bir profesör, yüksek lisans öğrencilerine pazarlama kavramlarını anlatıyordu:

1. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına giderek
"Çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Bu, doğrudan pazarlamadır.

2. Bir grup arkadaşınızla katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Arkadaşlarınızdan biri kızın yanına gitti ve sizi işaret ederek kıza
"O çok zengin. Evlen onunla!" dedi. Bu, reklamdır.

3. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına gidip
telefon numarasını aldınız. Ertesi gün arayıp "Çok zenginim.
Evlen benimle!" dediniz. Bu, tele-pazarlamadır.

4. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Kalkıp kravatınızı
düzelttiniz, ona doğru yürüyüp içkisini tazelediniz, arabanın kapısını
açtınız, çantasını düşürünce eğilip aldınız, küçük bir gezinti teklif
ettiniz ve sonra "Bu arada ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?"
dediniz. Bu, halkla ilişkilerdir.

5. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanınıza geldi ve
"Duyduğuma göre çok zenginmişsiniz. Benimle evlenir misiniz?" dedi.
Bu, marka bilinirliğidir.

6. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp
"Ben çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Suratınıza okkalı bir tokat
yapıştırdı. Bu, müşteri geri-bildirimidir.

7. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp
"Ben çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. O da sizi kocasıyla
tanıştırdı. Bu, arz-talep uyuşmazlığıdır.

8. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaştınız,
ama siz bir şeyler söyleyemeden önce biri gelip ona
"Ben çok zenginim. Benimle evlenir misin?" dedi ve kız onunla gitti.
Bu, sizin pazar payınıza göz koyan rekabettir.
9. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp
"Ben çok zenginim, evlen benimle!" diyecekken karınız geldi.
Bu, yeni pazarlara girememektir.

İşte eğitim budur.. ;)

12 Ekim 2010

Bonjooorno :)

6 sene önce vizemi alıp da gelemediğim İtalyama, gelmiş bulundum dün. Otel odamdaki aksaklıklar saat 6 gibi hallolduktan sonra kafayı vurup uyumuşum. Sabah 5 de gelen telefona kadar deliksiz hem de.. Ve telefon haberim : ''Sürpriiiiiiz anneanne oldun, köpeğimiz 8 tane doğurdu.'' Tabi uyumak ne mümkün, yavruların wiyklemelerini dinledim bir saat.. sonra sıcak bir banyo, hafif bir kahvaltı, taksi çağırmak için lobiye...
Lobide dün karşılaşıp yüzüklerini beğendiğim beyaz saçlı her yeri taşlı bir kadın... ve aynı takside Bolonya sokaklarından fuar alanına ulaştık.. Bolonya çok eski ve küçük bir şehir, aslında kasaba gibi.. evler eski,sokaklar eski, eski işte.. Bolonyadaki bu fuar da, tasarımcıların kolleksiyonlarına yön veren yan sanayi fuarı.. deriler, aksesuarlar, çok kalabalık... Takside bana eşlik eden Beverly Feldman. İspanyada yaşayan Amerikalı bir ayakkabı tasarımcısı.. Belki de şansımdı, belki de onu bulmaya geldim buraya... Şu anda burada yazamadığım yeni işim ile ilgili bir sürü yol gösterdi... Neyse harika bir fuar ziyareti yaşadım. Ulaşmam gereken bir çok numara ve kontakt kişi şu anda elimde. İtalyanlar, benim adamım şekerim. Herkes çok yardımsever, sıcakkanlı ve konuşkandı.. Hepsi güler yüzlü (görmek istemediğim suratsız mahlukatlardan yok).. Yarın saat 10'da ilk toplantım var, heyecanlı ve mutluyum. Perşembe Floransa ve cuma günü Roma seyahatlerim, sanırım daha da renk katacak yolculuğuma. Bir yandan aklım Lokide.. benim gitmemi beklemiş gibi doğurdu bebekleri... neyse ki gözüm arkada değil, hatta eminim kocam onlara daha iyi bakıyor benden.. teşekkür ederim aşkım, hayatımı kolaylaştırdığın için...
Bonaseeeera :)

15 Eylül 2010

Kibir

Bugün, yolum ajansının önünden geçen bir reklamcı arkadaşımda durdum..Bir bardak çay içtik beraber. İlk beş dakikada yeni aldıkları işin, haftaya gazetelerde çıkacak olan ilan tasarımlarını, bir gazete içerisinde hazırlanmış prototip şeklinde önüme koydu. Hala iş heyecanını yıllara kaptırmayan bir savaşçı görmek çok güzeldi..


Ben şöyle bir baktım ilanlara. Tüm ilanlarda, küçük artistik dokunmalarla yapılabilecek ve görüntüyü ve yazıları daha anlamlı hale getirebilecek , (hem tasarımcı hep müşteri gözüyle) küçük yorumlarda bulundum. Bir kabartma efekti tavsiyesi, bir yazım yanlışı gösterme, aynı paragraf içerisinde aynı kelimelerin iki kez kalın karakterde yazılmaması tavsiyesi… Tabi ki reklamcı arkadaşım heyecanlandı ve farkındaydı tüm söylediklerimin işi daha iyiye götüreceğinin.. Yanımda oturan hatırı sayılı bir dostum da ‘evet’lerini sıraladı… Ajansta çalışan bir hanım, yanıma gelip yapılması gereken düzeltmelerin üzerinden geçti. Çünkü aklın yolu birdir : Hatalar, düzeltilir!!! ‘Kusura bakmayın ben sadece tasarımcı olmadığım için fikirlerimi rahatça söylüyorum…’ dememe kalmadan arkadan bir bay elini uzatıp önümdeki gazeteleri toplayıverdi. Bu kadar eleştirilmekten hoşlanmıyormuş grafiker beyefendi.. Öyle dedi… Sonra ona daha nazik, küçük sesle konuşarak iş yaptırıldığını öğrendim.. Eeee, herkesin taktiği farklı….

Şimdi merak ediyorum, işin yanında kendi isimlerinin de var olacağı ilanlar, düzeltilerek mi baskıya verilecek , yoksa kapris yine bedeni ele geçirecek , beyne hükmedecek mi?? Haftaya göreceğiz.

Beni tanıyanlar bilir, kreatif tarafım çok baskındır ve yorumlarım oldukça yapıcıdır. Tanımayanlar altımda ezilir... İşte yaşam; kimileri uzayıp gider, kimileri değersiz damgası vurulup sürüden tek celsede atılır… Orta kararlar şanslı; takipleri en arkada da kalsalar, mutlu sona ulaştıracaktır onları…

Hatalarını görüp, sonraki adımlarını daha özenli atan insanlar büyüyebilir. Yapılan eleştiri, daha yüksek basamağa taşıyacaksa kendini, zevkle yanlışlarını kucaklayabilmeli insan… Kibir, kapris ve öfke, ancak yerinde saydıran veya küçülmeye götüren alışkanlıklardır. Ve bir böcek gibi ezdirir insanı…

İşin mutfağında pişirmiş ve sofrasında yemiş bir sanatçı olarak, profesyonel olduğum konuda yanlışları düzeltmeye devam edeceğim.

Ve unutulmasın bu işte, 1 yanlış 3 doğruyu götürür..

28 Temmuz 2010

Tombul Deneyim :)

Evet aynen başlıkta yazdığım gibi tombul..
Geçen ay stil danışmanı arkadaşım Zeynep Tayalı ile telefonda konuşurken, 'Ayça' dedi, 'Elele dergisi, haziran ayı sayısında çıkacak bir konu için bana danıştı, benim de aklıma sen geldin ne dersin?' 'Mevzu ne?' dedim :) 'Şudur' dedi: '36 beden olmayan ama kendisiyle barışık, hayatı seven kadınlarla çekim ve röportaj yapacaklar'... Bu arada bendeniz 46 :) arada ciddi fark var... ama emindim ki, neşelilik mevzusunda da farklı olacaktım... ok dedim.. Çok değişik bir tecrübe yaşadım... makyajlar, profesyonel ışıklar, kıyafetler (gerçi orada bence minik bir sorun vardı; bana getirilen tek elbise vardı, o da balon elbise, e bunun da tombul bir hatuna giydirilmemesi gerektiğini dedem de bilirdi ama) neyse, oldukça eğlendim...  yeni insanlar tanıdım.. Tabi ki yer problemi yüzünden dergide tüm cevaplarım çıkamadı o yüzden, burada hatıra kalsın istedim…

http://www.elele.com.tr/guzellik/estetik/boyle-de-mutluyum-HaberDetay-662

- Kendinizi tanıtır mısınız? (Ad-Soyad, yaşınız, mesleğiniz...)
Ben AyçaCan. 35 yaşındayım. Reklam ve promosyon şirketi sahibiyim. Yani işim, fikir üretmek.
- 'Ben böyle de güzelim' haberimiz için kamera karşısına geçtiniz. Kendinizle barışık olmalısınız? Biz 5 kilo alsak krizlere giriyoruz, peki siz bunu nasıl başarıyorsunuz?
Evet çok sevdiğim bir arkadaşım rica etti ben de katıldım ve evet ‘ben her halimle güzelim’. Kendimle, hiç küsmemecesine barışığım. Özel olduğumu hissediyorum.
Hayatım boyunca zayıf da oldum, kilolu da, hatta son 1,5 senede 25 kilo alarak en tombik dönemimi yaşıyorum. Şimdi soruyorum size: Ben çirkin miyim? Bu yüzden de 3-5 kilo için asla kriz yaratmadım. Bazen konuşuruz ay şuram fazla buram fazla diye ama bir cümlede geçer, gider. Yaşamın içerisinde öyle dramatik roller alıyoruz ki bazen, hayatımızla ilgili neyin öncelikli olması gerektiğine karar vermemizi sağlıyor ve inanın kilo bende en alt sıralarda.

- Aynanın karşısına geçtiğinizde nasıl bir kadın görüyorsunuz? Vücudunuzun neresini daha fazla beğeniyorsunuz? Yine de şöyle olsaydı iyi olurdu dediğiniz yeriniz var mı?
Ben kendimi hep sevdim, hep beğendim. Çoğu insan bana ‘senin yüzün yeter’der. Buna da hep inandım.
Ha estetik cerrahına gidip çenemi şöyle etsek gıdığımı alsak burnu törpülesek dedim mi dedim
Ama hep güzel bir kadın gördüm aynada. Bir bütün olarak, çok güzel…
Güzellik bir tarafa, hep bakımlı, uyumlu, olumlu bir kadın gördüm. Gülmek herkese yakışır ve ben genelde gülerim. Bir kadını kadın yapan da ince beli değil…Güzel olmak bence mutlu olmaktır, huzur vermektir, güven yaratmaktır..

- Sizce herkes 36 beden olmak zorunda mı? Bu anlayış nereden kaynaklanıyor olabilir?
Vücut ölçüleri kalıpsal değerlerde mükemmel kadınlarla dolu çevremiz. Ama suratlar hep asık… Hep bir kibir, kapris, bir olumsuzluk, mutsuzluk..Ve bakın bu kadınların çoğu yalnız.. Çünkü ne kadar güzel olursa olsun kimse kendisine huzursuzluk veren bir kişiyi istemez. İster 36 beden olsun ister 56, bir kadın edasıyla ve duruşuyla güzeldir.. Hatta bazen muzip gülümseyebilmesiyle ;)

- Siz 36 beden olmak ister miydiniz? Nasıl görünürdünüz? Kendinizi iyi hissedermiydiniz?
Hiç öyle bir takıntım olmadı. Buna kafa yoracak zamanım da.. Her halde 36 beden olduğumda ilkokuldaydım Şimdi düşünün derseniz, yok kendimi o kadar zayıf düşünemiyorum. Bana da yakışmaz zaten bir deri bir kemik olmak. Benim tipimdeki kadınlara biraz heybet yakışıyor. Evet hayalimdeki ben, bu değilim ama 40 bedenin altında olmak da, beni ben olmaktan çıkarır.
Bir dönem yoğun çalışmalarım yüzünden fazla zayıflamıştım. Çevremdeki herkes, eski haline dön dedi.. Ben de fazlasıyla döndüm

- Sizin kendinizi 'iyi-sağlıklı' hissettiğniz neden şimdiki bedeniniz mi?
Şaka bir tarafa, kendimi iyi hissediyorum ama sağlıklı değilim.
Sağlıklı bir kiloda değilim doğrusu. Fazla kilo insana sıkıntı veriyor. Özellikle kalp sağlığı için.
Zaten tedaviyle yüklendiğim ekstra fazlalıklardan kurtulmam gerekiyor..
Kim bilir belki 40 beden halimle tekrar kamera karşısına geçer, harika ekinize bir eğlenceli gün daha geçiririz.
Hepinize teşekkürler veeeeee: Ben güzelim :)

24 Mart 2010

Paği

Evet, herkesin hayranlıkla anlattığı, mutlaka gidilmesi gereken yer dediği, aşıklar şehri, romantizmin doruk noktası, meşhur şehir Paris'teyim. Vallahi sanırım kandırılmışız... Tarihi binaların görkemi dışında hiç bir halt yok bence burada. Kaldığımız yer Parisin göbeğinde, şehrin harikalar diyarı diye adlandırılan Champs-Elysees bölgesi.. Günlerdir yürüyorum (günde yaklaşık 4,5 saat :) bugün pek takatim kalmamıştı.) Champs-Elysees, bizim Bağdat Caddesinin 3-4 kat gelişliğinde ve 5-6 kat uzunluğunda bir cadde. Tüm büyük markalar var burada. Aklımıza gelebilecek herşey. Lakin insanın vitrindeki fiyatları gördükten sonra mağaza kapısından içeri girmek bile içinden gelmiyor. Haliyle siz bu kadar lüks markaların olduğu dünyanın en önemli caddelerinden birinde yürümeye hazırlanırken, aklınızdan geçiriyorsunuz; Off şimdi ne şık kadınlar ne janti erkekler göreceğim yolda! Amaaaaa nafile.. Herkes paçoz, bir tane yüzüne bakılacak güzel kadın veya adama rastlamadım. Herkes tek tip. Orta yaş kadınları kısa saçlı, gençler kumral uzun ve bakımsız saçlılar. Bakımsız dediğim özensiz toplanmış veya pek taramaya gerek duyulmamış (çünkü çoğu düz saçlı). 1-2 kişi gördüm yüksek topuklu pabuç giyinen o kadar.. Makyaj neredeyse hiç yapılmıyor; yapanlar da bol rimelli (severiiiim). Keşke bu kılıksızlıklarına rağmen çok şeker insanlar diyebilsemdim ama maalesef domuz gibiler.. Suratlar asık, gülümseme yok, hele ki 'Sorry' diye yanlarına git, seni dövmekten beter ediyorlar.. Soğuk ve pisler, gerçekten dedikleri doğruymuş; Fransızlar kendilerini fazla bir şey sanıyorlar.
Bugün şehrin 45 dakika uzağındaki outlet mağazalarının olduğu yere gittim. Çoğu kıyafet içinde made in Turkey yazıyordu. :) zaten İstinye Parktın indirimsiz mağazaları bile daha ucuz. O yüzden yurdumun malı çok daha iyi vallahi.. Hiçbir şey almak istemedim. Zaten atkımı da düşürdüm :(

Gelelim sokaklara; metro ve tren kendini aşmış.. herkes metro kullanıyor çünkü her yere metro var. Ama metroların istasyonları ve araç içleri rezalet, pislikten geçilmiyor.. Gerçekten çok pis.. Sigara içen kalabalık çoğunlukta. Sokakları akşam saat 21.00 civarında görmelisiniz her yer çöp içinde...

Diyeceksiniz ki 'bre Ayça yahu Parise gittin hiç mi bir şey beğenmedin, hep şikayet, şikayet...'
Orada duralım. Dilini hiç bilmediğim bir ülkeye gideceğim için tedirgindim önce ama biliyor musunuz, dünyanın en büyük terapisiymiş bu.. etrafımda konuşan ama anlamadığım insanlar, tanımadığım nereye çıkacağını bilmeden yürüdüğüm sokaklar... Sanırım 1 yıl meditasyon yapsaydım bu kadar iyi netice almazdım.. Gerçekten ayaklarım yorulurken beynim dinleniyor..

Henüz Eyfele çıkmadım.. Pazara kadar sanırım pek gitmediğim müze ve cadde kalmayacak. İnşallah sağ salim evimize döneriz. Aklımın salim döneceği kesin ;)